Birine “en sevdiğin renk ne?” diye sormak, genellikle sohbeti başlatmak için seçilen zararsız bir soru. Ancak bu basit tercih, düşündüğünüzden çok daha fazlasını ortaya koyuyor olabilir. Son araştırmalar, renk tercihinin sadece kişisel zevkleri değil, aynı zamanda bireyin ait olduğu kuşakla ilgili değerleri ve yaşadığı dönemin kültürel yansımalarını da içinde barındırdığını gösteriyor.
EDHEC Business School’dan pazarlama profesörü Sabine Ruaud ve Paris Üniversitesi’nden araştırmacı Rose K. Bideaux, kuşakların renk tercihlerini inceledikleri çalışmada ilginç sonuçlara ulaştı. Araştırmalarına göre, favori renklerimiz; büyüdüğümüz dönem, maruz kaldığımız kültürel etkiler ve toplumsal değişimlerle şekilleniyor.
Örneğin, kahverengi tonlarına yönelen bireylerin büyük bölümü “baby boomer” kuşağına, yani 1945 ile 1965 arasında doğanlara ait. Bu kuşağın renk paleti daha sade ve geleneksel çizgiler taşıyor. Pastel ve nötr renkler öne çıkarken, doğaya duyulan yakınlık da yeşil, pas kırmızısı ve toprak tonları gibi doğal renklerin tercih edilmesinde etkili olmuş.
Milenyum kuşağı (1980’lerin başından 1990’ların ortasına kadar doğanlar) ise daha farklı bir renk kodlamasına sahip. Bu dönemin simge renklerinden biri olan “milenyum pembesi”, yalnızca bir estetik tercih değil; aynı zamanda toplumsal cinsiyet kalıplarına meydan okuyan bir sembol olarak öne çıkıyor. Bu yumuşak pastel ton, 2010’lu yıllarda özellikle şehirli ve yaratıcı gençler arasında yaygınlaştı ve iyimserliğin, duygusal hafifliğin bir ifadesine dönüştü.
1995 ile 2010 arasında doğan Z kuşağı ise daha canlı ve dikkat çekici renklerle kendini ifade ediyor. Sarı, bu neslin en çok benimsediği tonlardan biri olurken, mor da yakın takipte. Ancak son yıllarda özellikle limon yeşili büyük bir çıkış yaptı. Bu tercihin arkasında pop kültürün etkisi de büyük. Örneğin, İngiliz sanatçı Charli XCX’in 2024 yılında ön plana çıkardığı “brat green” adlı parlak yeşil ton, hem estetik bir tercih hem de bir tür asi duruşun simgesi haline geldi. Aynı zamanda yeşil, ekolojik farkındalık ve çevre hareketlerinin de güçlü bir rengi olarak kabul görüyor.
En genç jenerasyon olan Alfa kuşağı (2010 sonrası doğanlar) ise henüz küçük yaşta olmalarına rağmen renk seçimleriyle dikkat çekiyor. Bu çocuklar, bir yandan doğallığı çağrıştıran huzurlu renklerden hoşlanıyor; diğer yandan ise erken yaşta içine doğdukları dijital dünyanın etkisiyle parlak, yapay ve yüksek doygunluktaki renklere yöneliyorlar. Yani seçimleri, hem ekran ışıklarının cazibesiyle hem de doğaya duyulan sezgisel yakınlıkla şekilleniyor.
Araştırmayı yürüten Ruaud ve Bideaux, renk tercihlerinin kuşaklara dair ipuçları sunduğunu kabul etmekle birlikte, bu bulguların kesin kurallar olarak değerlendirilmemesi gerektiğini de özellikle vurguluyor. Renklerin sabit olmadığını, zamanla dönüşüp yeni anlamlar kazandığını belirtiyorlar. Tıpkı moda gibi, renkler de dönemsel olarak geri dönebiliyor ve her nesilde farklı duyguları temsil edebiliyor.